top of page
Yazarın fotoğrafıRâna Babaç

1.Uluslararası Katılımlı Kozmetik Kongresi İçin Antalya'daydım


Kozmetik sektörü - bir iki istisna Asya markası dışında - batının tek elinde dersem sanırım yalan olmaz. Şimdi, şu anda, etrafınızda gördüğünüz insanlara rastgele kullandıkları ve/ya güvendikleri kozmetik ürünlerini sorsanız, duyacağınız markalar ağırlıklı olarak Fransa, İsviçre veya Amerika menşeili olacaktır. Tabi bu durum boşuna değil.

İş yapma etiği, düzenli arge yatırımları, iletişime ve insana verdiği önem/değerle öne çıkan batı ülkeleri, yıllar içerisinde bu yaklaşımlarına dayalı olarak, geliştirdikleri ürün/markalarla, kendilerine güvenilen ve tercih edilen bir konum edindiler.

Ben bile, normal şartlarda güvendiğim hammaddelerden, kendi yaptığım 100% doğal kişisel bakım ürünlerini kullanmayı tercih etsem de arada sırada satın aldığım kozmetik markalarının hep Fransız menşeili olduğunu fark ediyorum. Bu, bir kozmetik markası Fransızsa kullanıyorum demek değil asla. Fakat, ben de farklı bir markayı ilk kez elime aldığımda - yukarıda saydığım sebeplerden -çevirip menşei neresi diye bakıyorum, güvendiğim bir ülkede üretilmemişse pek de denemeye gönüllü olmuyorum.

Peki, gerek doğası gerek biyolojik çeşitliliğiyle, çok farklı ve kaliteli hammadde üretme kapasitesine sahip Türkiye, bunca köklü devlet üniversitesi, yeni kurulan özel üniversiteleri, teknolojik altyapı yatırımları ve akıllı/eğitimli genç nüfusuna karşın, bir tane dünyanın güvendiği kozmetik markası çıkartabilmiş değil? Veya “Made in Türkiye” etiketimiz, hala dünya çapında bir güven/tercih unsuru olmuş değil?

Geçtiğimiz sene Antalya’da KUAD (Kozmetik Üretici ve Araştırmacıları Derneği) tarafından gerçekleştirilen ve yine dernek üyesi köklü ve değerli yerel kozmetik markalarının desteğiyle organize edilen 1. Uluslararası Katılımlı Bilimsel Kozmetik Kongresi tam olarak bu soruyu/sorunu mercek altına aldı.

Konferansta sektörün tüm paydaşları; yapılanları, yapılabilecekleri ve yapılması gerekenleri konuştu. Sağlıktan, tarıma, ekonomiden, AB ilişkilerine devletin farklı alan ve mevkilerinde çalışan uzman, müfettiş ve bürokratlar konunun yasal, hukuki ve ekonomik yönünü sektör temsilcilerinden aldıkları geribildirimlerle beraber değerlendirdi.

Yenilikçi hammaddeler, doğal hammaddeler, üretim teknolojileri ve hatta reoloji(sürtünme bilimi) gibi ilk kez kongrede duyduğum fakat kullandığımız bütün kozmetik ürünlerin tekstürünü, emilimini, moleküler uyumluluğunu; kısacası baştan sona kozmetik üretim süreçlerini ilgilendiren temel konular masaya yatırıldı.

Bunlara ek olarak, kozmetik sektörünün diğer sektör ve farklı bilim dalları ile ilişkisinden doğacak sinerjiyle yenilikçi ürün geliştirme konusunun tartışıldığı gün, bence kongrenin en önemli ve etkileyici sunumlarına ev sahipliği yaptı.

Ben bu kongrede dinlediğim sunumlardan ve tanıdığım insanlardan pozitif yönde çok etkilendim.

Aslında Türkiye de, özellikle son senelerde, ar-ge ve markalaşma çalışmalarına önem vermeye, dolayısıyla bu alana bütçe ayırmaya, ilgili yönetmelikler üzerinde iyileştirme çalışmaları yapmaya ve teşvikler çıkarmaya başlamış.

Türkiye’de de akademi ve/ya özel sektör kökenli; teknolojiyi kullanan, etkisi klinik olarak kanıtlanmış, uzun seneler yapılan araştırmalar ve laboratuvar analizleri sonucu patent süreçleri dahi başlamış formülasyonlar, hammadde inovasyonları ve malzemeler varmış.

Kongre sırasında; laboratuvarlar ve bilimsel araştırma şirketlerinden, akademiden (özellikle yeni açılan, muhtemelen adını hiç duymadığınız üniversitelerden) ve devlet bürokratlarından katılımcıların; konularına hakimiyetleri, farklı disiplinlerden katılımcıların sorularına verdikleri cevapların temelli, sade ve net oluşu, yapılan araştırmaların derinlik ve genişliği gerçekten Türkiye’ye inancımı tazeledi.

Sektörden, akademiden, bakanlıklardan ve profesyonel servislerden bir çok değerli uzmanı bir araya getirerek üç gün boyunca Türkiye’de kozmetik sektörünün gelişimi için yapılabileceklerin ve yapılması gerekenlerin konuşulduğu bu harika kongreden yanıma aldığım ilginç başlıklar ve yenilikçi yaklaşımlar ise şöyle:

1. Kozmeto-tekstiller

Bu konuyu kongre sırasında hem bir trend, hem de bir bir teknoloji olarak dinledim. Aslında kozmeto-tekstil kısaca şunu yapıyor; yüksek teknoloji ile üretilmiş kumaşlara, çeşitli yöntemlerle emdirilen nano kapsül formunda etken maddeler, ısı ve/ya basınç etkisiyle uygulandıkları bölgede serbest kalarak, ilgili bölgede etkilerini ortaya çıkartıyorlar.

Kongre sırasında kozmeto-tekstillerin kişisel bakım ürünü olarak kullanımlarından (anti-selülit özellikte tayt, saç bakım ürünü içeren bone vb.), çeşitli tedavi prosedürlerini destekleyebilecek formlarına (anti-fungal çorap, yara iyileştirici bandaj vb.) pek çok potansiyel uygulama alanı gündeme getirildi. Numune çalışmaları tanıtıldı.

2. Kozmetik trendleri

Bu sunumda önümüzdeki dönemde kozmetik sektörüne damgasını vurma potansiyeline sahip, bugüne kadar büyük ihtimalle ana akım medyada henüz gündeme gelmemiş soru, sorun ve yenilikler masaya yatırıldı. Bence en ilginç başlıklar şöyleydi;

(1) Ekranda fotoğrafınız üzerinde beğendiğiniz bir makyajı, 3D printer gibi içerisine girdiğinizde yüzünüze geçiren robotlar,

(2) Dünyada temiz su kaynaklarının azalması ile paralel olarak açılmaya başlayan susuz SPA ve kuaförler,

(3) Enerji veren/düzenleyen cihaz ve ürünlerle, teknolojiyi kullanarak cilde canlı ve dinlenmiş görünüm kazandırılması

3. Kokunun kozmetik tercihlerimiz üzerindeki etkisi

Evyap tarafından gerçekleştirilen sunum gerçekten çok ilginç veriler içeriyordu. Kokuların beynimizde direkt olarak duygu ve hatıra merkezlerine etki ettiğini duymuşsunuzdur. Peki bu bilgi ışığında, satın alma süreçlerimizi ve ürünlerin etkinliği/kalitesi üzerinde algımızı etkilemek için, özellikle ev kimyasalları üreten şirketlerinin kokuyu bir araç olarak kullandığına hiç dikkat etmiş miydiniz?

Örneğin ezelden beri temizlik ile özdeşleşen limon kokusunun, bulaşık deterjanlarında ürünün fonksiyonel faydalarını öne çıkartmak için kullanıldığını? Veya son zamanlarda "duygusal bir fayda" olarak kendi ürünlerini kullanan kişilerin hayat stiline vurgu yapmak isteyen markaların, daha sofistike kokularla kendilerini tüketicilerin sahip olduğu ve/ya sahip olmak istediği yaşam tarzı ile hizalama yoluna gittiklerini?

Mintel tarafından Avrupa'nın beş büyük pazarında yapılan araştırmada, markaların bu çabalarının boşa olmadığını destekler nitelikte veriler içeriyor. Yine sunum sırasında paylaşılan araştırma sonuçlarına göre, kokunun satın alma kararı üzerindeki etkisi, bir çok ürün kategorisinde(deodorant(!), sabun, şampuan, vücut bakım ürünleri vb.), *her zaman* ürünlerin fonksiyonel faydalarının da ötesinde.

bottom of page