top of page

Anneciğimle Ufak Bir Yol Macerası: Taraklı & Göynük

Yazarın fotoğrafı: Râna BabaçRâna Babaç

Ufak ve oldukça şirin bir anadolu kasabasında, eski bir konağı alarak restore eden bir arkadaşından bahsederdi annem. Instagram'da da takip ediyormuş. Bir gün inşallah gideriz, merak ediyorum derdi hep. Senelerce ara ara sohbetlerimizde gündeme gelen Taraklı'yı, bu hafta ortamın müsaitliğini fırsat bilerek - a.k.a. eşim İstanbul'da olmadığı için :) - nihayet ziyaret etmeye karar verdik ve atladık arabaya gittik.


İstanbul'dan arabayla yaklaşık 2 saatte ulaşabileceğiniz Taraklı gerçekten ÇOK güzel bir Anadolu kasabası. Çamlarla kaplı yüksek tepelerin arasında mis gibi havası ve içinize işleyen sessizliği ile, tam dinlenmelik bir kaçamak yeri! Biblo gibi Selçuklu mimarisinin güzide evleri ile bezeli sokakları, şık ve ferah meydanı ve cıvıl cıvıl dükkanları ile bence kesinlikle görülmesi gereken bir yer.


Taraklı'da ne yenir derseniz, sizi temin ederim ki her köşe başında karnınızı mantı, gözleme veya kekşek ile doyurabileceğiniz bir cafe veya lokanta bulabilirsiniz. Bunlar haricinde Taraklı'nın en meşhur restoranı "Part-et". İsmi sizi yanıltmasın, çok sade bir menü sunuyor burayı işleten amca... Sadece iki ana yemek ve bir yan yemek mevcut seçenekler arasında; kuru fasulye, kavurma ve pilav. Bununla beraber eğer doğru bir zamanda gittiyseniz veya "rezervasyonunuz varsa"; Part-Et'teki amca masayı iki çeşit turşu, erimiş peynir, yoğurt ve salata ile donatıyor...


Rezervasyon konusunda kesinlikle şaka yapmıyorum. Taraklı'nın nüfusu 3500'müş ama belli bir saatten sonra Part-Et'te yemek yiyebilmek için rezervasyon şart... İlk gittiğimiz gün anneciğimle bizzat denedik ve iki kere (!) kapıdan döndük. Önce gittik kuru fasulye olmadığını öğrendik. Tamam dedik başka bir şeyler bakalım. Döndük dolaştık, her yer mantı, gözleme, keşkek... Hamurişi yemeyelim, dönelim amcada kavurma yiyelim dedik. Döndük, biz iki tur atana kadar kavurma da bitmiş. Sonra oturduk paşa paşa patatesli gözleme yedik... Çınar altı, minik bir ara sokak cafesinde, çok da güzeldi.

Taraklı'da bir çok konak restore edilmiş yalnız hepsi çalışmıyor. Bir iki tane pansiyon tipi kalınacak yer gördüm ama bir gün Taraklı'ya yolunuz düşer ve kalmak isterseniz ben Hanımeli Konağı'nı tavsiye ederim. Tertemiz, çok hoş ve sade bir yer. Kahvaltısı da harikaydı. Bir de Nazo var... Konağın yaramaz kedisi. Ve gerçekten ÇOK yaramaz bir kedi. Biz kahvaltı ederken kapının camına atlayıp, içeriye iki saniye daha uzun bakmak için havada yaptığı patinajları hiç unutmayacağım.. Hanımeli Konağı'na gider de Nazo ile tanışırsanız, kahvaltıda verdikleri tel peynirler favorisi. Düz beyaz peynir yemiyor.



Söz kahvaltıya gelmişken; birinci gün Taraklı'ya varmadan bir de Sapanca gölü kıyısında Richmond Nua Wellness'ta güzel bir kahvaltı ettik. Hava şansımıza 20 dereceydi! (çok garip) Tabi orijinal planımız Richmond'da değil tavsiye üzerine yine göl kıyısında olan Lale Boutique Otel'de kahvaltı etmekti ama bu otel kısa süreli bir tadilata girdiğinden, Richmond'a geçmek durumunda kaldık... Oralara yolunuz düşerse Richmond'ı birinci elden, Lale Boutique Otel'i ikinci elden tavsiye etmiş olayım.


İkinci sabah bulutlu ve nispeten soğuk bir güne uyandık. Hanımeli Konağı'ndan Çubuk Gölü'nü görmemizi ve Göynük'ü gezmemizi tavsiye ettiler. Biz de öyle yaptık. Taraklı'dan 30 dakikada, muhteşem çamlarla kaplı tepelerin ve yemyeşil platoların arasından geçerek Göynük'e vardık. Önce Çubuklu Göl'e devam ettik. Göl'ün kenarında minik bir cafe bulduk oturduk. Hiç kimse yoktu! Dürüst olmak gerekirse tam sezonunda gittiğimiz söylenemez ama gerçekten sadece biz vardık.


Bize kahvelerimizi getiren abiyle konuştuk. Gölün çevresindeki rüzgar değirmenlerinin sırrını sorduk, maket olduklarını öğrendik. Bu değirmenlerin zamanında "Rüzgarlı Bahçe" adlı bir dizi için yapıldıklarını fakat çekimler sırasında çalışanlardan birinin üzerine kayan vinç nedeniyle (korkunç bir şekilde) hayatını kaybettiğini ve dizinin yarıda kaldığını, dolayısıyla da setin terk edildiği öğrendik.


Ayrıca gölde boğulmalara neden olan bir su sarmaşığının yaşadığını, bölgedeki göllere genel olarak girilmediğini (yine başka korkunç bir hikaye eşliğinde) öğrendikten sonra annemle gitme vaktinin geldiğine karar verdik ve Göynük'e geri döndük.


Ve karanlık hikayelerle başlayan çevre ziyaretimiz Göynük'te düze çıktı...

Göynük de Taraklı gibi Selçuklu mimari üslubunda evlerle dolu ve Taraklı'nın bir kaç katı kadar büyük bir kasaba. Yine her yer çok bakımlı fakat ticari hayatı Taraklı'dan daha hareketli bir yer.


Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra inşa edilen anıt kulesi, şehrin içinden geçen ufacık akarsuları, tarihi hamamı ile Göynük aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet'in hocalarından, çok yönlü bir Türk alimi, tıp insanı ve dini lider olan Akşemseddin'in türbesine de ev sahipliği yapmasıyla, gerçekten çok özel bir yer.


Yeri gelmişken söyleyeyim; tıp insanı kimliği ile Akşemseddin; Antonie van Leeuwenhoek'den iki asır önce "Maddetü'l-Hayat" adlı eserinde mikroplardan bahsetmiştir:


“Hastalıkların insanlarda teker teker ortaya çıktığını sanmak hatadır.

Hastalık, insandan insana bulaşmak suretiyle geçer.

Bu bulaşma, gözle görülmeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur."


Göynük turumuzu tamamlarken bir de karşımıza Yusuf amca çıktı... Yusuf Karar, 71 yaşında eski bir öğretmen. Biz Göynük'e tepeden bakan anıt kulenin yanına tırmanmış ve yavaş yavaş dönüş yoluna düşmek üzere inişe geçmiştik. Yusuf amca da o esnada evinin önünde odun kırıyordu. Yusuf amca ile selamlaştık ve Annem birden bire "siz mutlaka bilirsiniz..." diyerek benim için Yusuf amcaya Göynük'te yetişen tıbbi bitkileri soru verdi! Ve neler öğrendik, neler...


Yusuf amca sabahları dağa gider kayaların çatlaklarında yetişen kekiklerden (origanum sipyleum) toplarmış. Çam çırasından ve iğnelerinden çam ve çıra suyu yaparmış. Çam suyunu bronşit, çıra suyunu şeker hastaları alırmış. Kekik suyu mide ilacıymış. Zamanında sarı-kantaron yağı yapar satarmış. Kazandığı paralarla da torunlarını okutuyormuş. Bize imbiğini de çıkarttı gösterdi... Anlattı nasıl yapıyor sularını.



Doğruyu söylemek gerekirse ben hiç sohbet modumda değildim, dolayısıyla hayatın bu minik armağanı için anneme büyük bir teşekkür borçluyum. Eğer yolunuz düşerse mutlaka Yusuf amcayı ziyaret edin. Sohbet edin. Kekiklerinden, sularından alıp destek olun. Kule dibi sokakta evi de, "sergisi de"... Haftasonları "sergi" açıyormuş ürünleriyle evinin önünde, hafta içi gider de bulamazsanız telefonu +90 535 944 9516


Kısacası anneciğimle bu mini yol maceramız toplam 2 gün sürdü ama bir ömür anlatacak hikaye biriktirdik... Eğer siz de bu yazıyı okuduktan sonra gidecek olursanız oralara, mutlaka yazın bana. İzlenimlerinizi, macera ve keşiflerinizi merak ederim.

Comentários


Üyesi olduğumuz kurumlar... | We are a member of...
NAHA.jpeg
AHVMA.png
Screen%20Shot%202021-05-15%20at%2011.39_
  • Atelier Aromaterapi
  • Atelier Aromaterapi
 © 2024 Atelier Aromaterapi. 
Bütün hakları saklıdır.
Hayvan Dostu Şirket.png
bottom of page