Uluslararası Tıbbi Aromatik Bitkiler ve Kozmetik Sempozyumu Notlarım
Evelsi hafta Iğdır Üniversitesi ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'na bağlı Serhat Kalkınma Ajansı (SERKA) tarafından ortaklaşa düzenlenen "1. Uluslararası Aromatik Bitkiler ve Kozmetik Sempozyumu’nun” (AROPCOS) misafir konuşmacılarından biri de bendim.
Kozmetik sektörünün antik kökenlerinden, verilerle bugünün pazar gerçeklerine geldiğim konuşmamda; bugün Türkiye’den uluslararası pazarda adını duyuracak kozmetik girişimleri çıkacaksa, bu girişimlerin multi-disipliner çalışmayı öğrenmeleri gerektiğine ve markalarını yaratırken - mümkünse profesyonel bir destek alarak - aynen bir laboratuvar çalışması yürütüyormuşçasına titizlik göstermeleri gerektiğine etraflıca değindim.
Bir kozmetik markasını; kimyager mi kurar, eczacı mı kurar, biyolog mu kurar yoksa - eyvah eyvah - bir işletmeci mi kurar gibi çocukça tartışmaları aşmamız gerektiğinin altını çizdiğim konuşmamda, işin gerçeğinin sermayesi ve isteği olan herkesin istediği sektörde istediği iştiraki kurabileceğine ve ilgili bakanlıkların yönetmelikleri ile uyumlu olarak gerekli uzman personeli de getirterek çok da başarılı olabileceğine dikkat çektim.
Dolayısıyla bilim insanlarımızın, akademisyenlerimizin bu tip kaygıları bir kenara bırakmalarının aciliyetine değindim sunumumda, bu alanda başarılı olmak isteyen bilim insanlarımızın farklı disiplinlerden meslektaşları ile bir araya gelerek, gerçekten etkili ürün ve hizmetler ortaya çıkartma ve pazarlama üzerine enerjilerini kanalize etmeleri gerektiğini ifade ettim.
Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir de benimle aynı fikirdeydi. 4. nesil üniversitelerin nasıl yerler olması gerekliğine değinen Prof. Demir, “Çalışmalarımızı iş birliği içerisinde yürütmek önemli. Artık bilgiyi ürüne çevirmenin zamanı geldi. Ar-Ge'den Ür-Ge'ye geçmenin tam zamanı. Üretime önem vermemiz ve endüstriye katkı sağlamamız gerekiyor." dedi.
Iğdır Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Selahattin Çelebi ise 2019 yılında Iğdır Üniversitesi’nin Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu bünyesinde hayata geçirilen "Kozmetik Teknolojisi Programından” bahsederek, 2020'de öğrenci alımına başlayacakları bu programı; “dünya standartlarında kozmetik sektörü teknik elemanı yetiştirmek ve bu şekilde üniversite-sanayi işbirliğine katkıda bulunmak” amacıyla hayata geçirdiklerini ifade etti.
3 gün ve 14 oturumdan oluşan Uluslararası Aromatik Bitkiler Ve Kozmetik Sempozyumu'nda (AROPCOS) Kars, Iğdır, Van ve Şırnak bölgelerinin etnobotanik zenginliklerinden, bölgenin tıbbi ve aromatik bitkileri üzerinde yapılan laboratuvar çalışmalarının kozmetik sektörü için anlam ve önemine, endemik türlerden, biyolojik kaçakçılık meselelerine bir çok konu masaya yatırıldı.
İlk senesinde harika bir program ve enerji ile kalıcı olacağını kanıtlayan AROPCOS bilimsel programı bir yana, ben Iğdır’ı da şehir olarak çok beğendim.
Iğdır; küçük, sakin, samimi bir yer ve gece hayatı harika. Yemeklere bayıldım! Şehirden çıkar çıkmaz - ki yerleşim bölgesinin dışarısına çıkmak şehrin her yerinden en faza 10 dakikalık bir araba yolcuğu - sizi kucaklayan doğa nefis.
Kongre başlamadan önceki akşam Iğdır Üniversitesi’nin tarımsal üretim çiftliğine ufak bir yolculuk yaptık. Ziraat alanında çalışan hocaların ekim alanlarını gördük. Güneşin batışına denk gelen ziyaretimiz sırasında bölgenin sevimli türlerinden bir cüce baykuş bize görünme zerafeti gösterdi. Hayatımda ilk kez bu çiftlikte kireçte beklemiş minik patlıcan reçeli yedim. Sadece reçel olarak değil, tek başına tatlı olarak bile tüketilebilecek bir lezzet olduğunun altını çizmek isterim. Sezon geçip patlıcanlar büyümemeye başlayınca, bu patlıcanları toplayıp reçel yapıyorlarmış.
Şehrin her yerinden görülebilen Ağrı Dağı ve dağın karlı tepesi tek kelimeyle nefes kesiciydi. Burada bir parantez açayım. Iğdır’a uçaklar çok zor iniyor. Bu seyahatte benim de hayatımda ilk kez, içerisinde olduğum bir uçak pisti pas geçti. Anladığım kadarıyla bölgenin mikro kliması, uçaklar için ideal olmayan yer rüzgarlarına neden oluyor. Fakat bunu neden paylaşıyorum; uçağımız piste ikinci kez yaklaşmadan Ağrı Dağı’ının zirvesinden bir manevra yaptı. Ben de bu vesile ile bu muhteşem dağın zirvesini nispeten “yakından” görme şansı edinmiş oldum. Eski insanların dağların zirvelerinde tanrıların yaşadığına inanıyor oluşu gerçekten boşuna değil.
Sempozyumun son gününün ardından Iğdır’dan Kars’a bir tur programımız vardı. Önce Iğdır’ın Tuzluca köyünde bulunan DEV tuz galerilerini ziyaret ettik. Bu galerinin içerisine büyük bir otobüs ile dahi girilebiliyor! Hatta bizim şöförün söylediğine göre 13 km içerisine kadar otobüsle gidilebiliyormuş. Madenin sonunda kristal bir oda varmış. Sanki canlı bir elmasın içersinde yürümüş gibi hissediyormuş insan kendisini bu odanın içerisinde. Tabi bir bu odayı göremedik ama düşüncesi bile çok hoş…
Iğdır Üniversitesi, Serhat Kalkınma Ajansı ve Avrupa Birliği’nden toplam 3,000,000 TL fon almış. Önümüzdeki senelerde bu tuz galerilerinin içerisinde bir kongre merkezi yapılması düşünülüyormuş. Toplantı salonları ve oteli olacak bu merkezde astım hastalarının tedavisine yönelik tuz terapisi ve aromaterapi odaları da hizmete girecekmiş. Böyle bir merkezi Ermenistan haya geçirmiş bile. Darısı başımıza diyelim… Böyle bir tesis hem bölge turizmini hareketlendirecektir hem de Iğdır ve çevresindeki diğer doğal zenginliklerin de görünür kılınmasını sağlayacaktır diye düşünüyorum. Örneğin bu bölgede kuş gözlemi yapılabildiğini biliyor muydunuz? Veya biyolojik kaçakçılığı yapılan böcek ve sürüngenleri olduğunu?
Tuzluca köyünden sonra yol boyunca “gökkuşağı tepelerini” izleyerek Ani harabelerine geçtik. Çok güzel korunmuş ve kocaman bir alana yayılmış bu harabelere hakkını verebilmek için sabahın erken saatlerinde buraya gelerek, güneş batana kadar köşe bucak gezmek gerekiyor bu devasa alanı. Güzel olan harabelerin ortaya çıkartılması ve yüzyıllara direnmiş yapıların kurtarılması için titizlikle yürütülmekte olan çalışmaların son hız devam ediyor oluşuydu.
Ani harabeleri ile vedalaştıktan sonra Kars’a geçtik. Aynı gün İstanbul’a dönüyor olduğumuz için artık buraya ayıracak çok da fazla vaktimiz kalmamıştı. Fakat otobüsten gördüğüm kadarıyla hızla gelişmekte olan bir şehir Kars - ve maalesef rengarenk* beton bloklar halinde. Şehir merkezinde korunmuş bir kısım tarihi bina var ve gerçekten çok etkileyici bir mimariye sahipler fakat Kars'ın kendisi Doğu Ekspres’i ile gelen hızlı popülaritenin kurbanı oluyor gibi.
Şehrin çevresinin doğal güzelliklerine ise söyleyecek bir şey yok. Bir kere Iğdır ile Kars arasında ciddi miktarda büyük baş hayvancılık yapıldığını gördüm. Bu sürüler aynı kovboy filmlerindeki gibi at sırtında çobanlar(?) tarafından güdülüyordu, Kars’a girerken şehrin çevresinde bir çok aile tipi kaz çiftliği vardı. Kaz eti yemekleri ile bilinen şehirde, bu lezzetlerin tadım zamanı ise Şubat-Mart.
Kısacası ben şu ufacık seyahatimde her iki şehirden de çok etkilendim. Kesinlikle en kısa zamanda eşimle beraber geri dönmek ve geniş geniş zamanlarda köşe bucak gezmek istiyorum bu coğrafyayı. Iğdır Üniversitesi ise beni çok heyecanlandırdı. Duyduğum kadarıyla müthiş vizyoner bir rektörleri var ve bu rektör katıldığım sempozyumun organizasyonunu gerçekleştiren Sevgili Dr. Öğr. Üyesi Belkıs MUCA gibi harika akademisyenleri Türkiye’nin dört bir yanından üniversiteye kazandırmış. Ne mutlu...
Söylemeden geçemeyeceğim. Duyup da kafamı çevirmiş olmak istemem.
Tüm bu etkileyici güzelliklerin yanında, Iğdır’ında ciddi sorunları yok değil. Örneğin normal şartlar altında 2016 yılında miadı dolmuş olan ve buna rağmen halihazırda aktif olarak Ermenistan’ın elektrik ihtiyacının %40’ını karşılamaya devam eden, dünyanın en eski ve en tehlikeli 2. nükleer santralinin, Iğdır şehir merkezine 17 km uzaklıkta. Iğdır Üniversitesi’nin yeni kampüsünden çıplak gözle görünebilen bu santral, atıklarını da Aras nehrine boşaltıyormuş. Bölgede, artan kanser vakaları ve sakat doğan çocuklarla ilgili bir çok hikaye anlatılıyor.
Şimdi bunları böyle söyledim diye bu durumu Ermenistan’ın bizi maruz bıraktığı bir olumsuzluk olarak görmeyin. Nükleer santralin hemen yanında, uzaktan Iğdır’ın devamı gibi görünen Erivan şehri bulunuyor. Aras nehri Ermenistan ve Türkiye arasında doğal bir sınır. Yani aslında tüm bu olumsuzluklardan kendileri de aynı şekilde etkileniyor.
İnternette yaptığım kısa bir araştırma sonucunda Rusya'nın bu santralin kapatılmasına yönelik somut adımlar attığını gördüm. Rus hükümeti bir kaç yıl önce Ermenistan’da yeni bir nükleer santralın inşasına yönelik bir kısım bütçe ayırmış. Umarım ki en kısa zamanda Ermenistan hem kendisi, hem Türkiye, hem de dünya için ciddi risk taşıyan bu santrali kapatır.
コメント