İstanbul’dan Bodrum’a Keşiflerle Dolu Bir Araba Yolculuğu
Maalesef bu sene eşimle güzel bir yaz tatili yapamadık. Fakat çok şükür ki hala bir kısım bekar arkadaşımız evlenmekte olduğundan, onların İstanbul dışında organize ettikleri düğün partilerine katılalım diye yaptığımız ufak tefek hafta sonu kaçamakları ile biraz nefes alabildik.
Bu yazı yine bir düğün organizasyonu ile Bodrum’da kapatırken, seyahat programımıza o güne kadar yerinde ziyaret etmek istediğimiz ve edemediğimiz marka ve proje deneyimlerini de ekledik.
Seyahatimiz Asos Tavaklı İskelesi’nde canım anneciğimin erken doğumgünü partisi ile başladı. Uzun zamandır gerçekleştirmek istedikleri “zeytin bar” projelerini hayırladık, evimizin karşısındaki ufak balıkçıda sardalyalarımızı yedikten sonra eve geçince İstanbul’dan getirdiğimiz ve annemin çok sevdiği bir pasta olan Egpasını kestik ve yedik.
Ertesi gün önce İzmir’de geçtiğimiz sene bu zamanlarda tanıştığım, Gland Natural (Med Agro) şirketinin üretim tesisini ziyaret ettik. Girdiğimizde ofis taze hasat edilmiş ve o anda damıtılmakta olan Salvia Triloba (Anadolu Adaçayı) kokuyordu. Hava çok sıcak olduğu için taze adaçayı tekliflerini maalesef kabul edemedik ama soda eşliğinde çok keyifli bir sohbetin ardından tekrar yola düştük.
Minik bir parantez açayım... MedAgro bir İzmir firması, ürünleri de yine yaygın olarak İzmir'de satılıyor. İşlerini büyük bir titizlik ve özenle yapan; genç, enerjik ve tutkulu bir ekip var bu markanın arkasında. Ürün çeşitlerini de her geçen gün geliştiriyorlar. Üretim tesisleri tam filmlerde görüp, "ne kadar güzel, tertemiz sıcacık bir işletme" dedirtecek nitelikte - ve tabi iyi üretim standartları ile de uyumlu. İzmir'deyseniz ve bu markayı görürseniz ben en başta avokado yağını tavsiye ediyorum (ki zaten başka yerde de görmedim) Azıcık kaya tuzu, azıcık avokado yağı ile ovulmuş küp patatesleri fırına attığınızda müthiş lezzetli bir atıştırmalık oluyor! Yanına da krem peynir, yumurta sarısı, sarımsak ve izmir kekiği ile hazırlayacağınız bir dip sos. İnanılmaz!
İkinci durağımız Urla’da o anda Tripadvisor’dan keşfettiğimiz “Akın’ın yeri” adlı bir balıkçıydı. Yolunuz o taraflara düşerse mutlaka gidin, HARİKA bir akşam yemeği yedik. Hatta öyle ki eşim bir an için her şeyi bırakalım buralara taşınalım bile dedi. Ki yer itibariyle bir balıkçı sığınağındaydık. İnsana - o anda - tası tarağı atıp taşınayım dedirtecek bir ortam da pek değildi açıkcası ama samimi bir işletme, iyi servis ve güzel yemek nelere kadir...
Burada yediğimiz harika akşam yemeğinin ardından, daha önce Joint Idea'da gerçekleştirdiğim Doğal Kozmetik eğitimine katılmış bir hanım kanalıyla haberdar olduğum ve tanıdığım, atları çok seven ve bu sevgiyi evlerinin her ayrıntısıyla dışa vurmuş bir ailenin çiftlik otellerine geçtik.
Kemal Bey Range. Rüya gibi bir yer... Zeytin ağaçlarının arasında "burası Türkiye mi?" dedirtecek bir vizyon ile kurulmuş bu çiftlikte tüm odalara ailenin sahip oldu atların adı verilmiş. Odaların bir camı ya ahırlara ya da maneje bakıyor. Bir diğer camı ise zeytinliklere. Sabah uyandığınızda çiftliğin sahibi olan ailenin sofrasına misafir oluyorsunuz, kendi titizlikle yetiştirdikleri zeytinlerini tadıyor ve müthiş lezzetli zeytin yağları ile hazırladıkları köy yumurtaları ile güne merhaba diyorsunuz. Ayrıca merak edenler için bu zeytinyağlarını çiftlik websitesinden de sipariş verebilirsiniz. Artık benim için bir dahaki Urla ziyaretimde nerede kalsam diye bir soru yok ...
Nihayetinde Kemal Bey Range'in güzel kahvaltısının ardından Urla Tekno Park'ta bulunan ve eşimin yakın zamanda yatırım yaptığı bir dikey tarım şirketinin üretim tesisini ve laboratuvarını gezdik. Tamamen kendilerine ait binaya girerken o kadar etkilendik ki, nereden/nasıl buldunuz bu harika yeri diye sormaktan kendimizi alamadık. Ne kadar şanslısınız demek işten değildi. Cevabı ise bir hayli komik ve tek kelime ile HARİKA. Meğersem tekno-parkta istedikleri gibi bir yer bulamayınca binayı da kendileri yapmış!
İklim değişikliğinin günlük hayatlarımıza dokunmaya başladığı şu son bir kaç senedir, insan hayatının devamı ve hatta sağlıklı bir şekilde devamı için dikey tarım teknolojilerinin üzerine büyük rol düşeceğine ben ikna oldum. Dolayısıla dikey tarım girişimlerinin bugünden çözmeleri gereken sorunun, tarım yapmanın mümkün olmadığı çöller veya donmuş kayalık coğrafyalardan daha büyük olduğunu düşünüyorum. Ve tabi bir diğer önemli nokta ise bu girişimlerin titiz araştırmalarla kurguladıkları farklı tarımsal ürünlerin; görüntü, doku, tat ve hatta besin değeri olarak (ki en önemlisi de bu olsa gerek), topraka yetişen ve hatta organik ürünlere muadil olabilmeleri gerekiyor...
Çözülecek sorun çok, zaman az ama teknoloji de sihir diyerek Urla'dan ayrıldık. Artık bu sefer istikamet Bodrum'du. Arabayı ben kullanıyordum ve Bodrum'a da bir hayli yaklaşmıştık ki eşim "Rana dur!" "Gördün mü?" şeklinde kendisinden hiç beklenmeyecek heyecan ünlemleri sarf etmeye başladı... "İnanılmaz bir tapınak vardı orada, gel geri dönelim. Çok hoşuna gidecek." dedi. Ve biz geri döndük ki iyiki geri dönmüşüz... Bütün ihtişamıyla Anadolu'nun en iyi korunmuş Antik Çağ tapınaklarından EUROMOS ile tanıştık.
Romalı yazar Yaşlı Plinius tarafından “Eurome” olarak anılan kentin tapınağı... Büyük İskender’den sonra sırasıyla Makedonya, Mısır ve Suriye kralları arasında el değiştirmiş ve MÖ 188'de bir anlaşma ile Rodoslulara devredilmiş bir kentin harabeleri arasında dimdik duruyordu.
Kentte ilk kazı ve restorasyon çalışmaları 70'li yıllarda Ümit Serdaroğlu tarafından gerçekleştirmiştir. Bu hocamız - eksik olmasın - antik kolonlara çelik sırıklar çakmış, yerlere betonlar dökmüş... Tabiri caizse adeta bir "laz müteahhit" gibi tadilat yapmaya kalkmış tarihi eser üzerinde. Ki allahtan 5 yıl gibi kısa bir süre sürmüş bu zulm - kim bilir belki de biri durumu fark etti de "napıyorsun arkadaş" dedi.
Yaklaşık 40 yıllık bir kesintiden sonra, 2011 yılında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Abuzer Kızıl başkanlığındaki bir ekip yeniden başlatılmış çalışmaları ve hala de devam ediyor. Ve biz de ne kadar şanslıydık ki bu muhteşem yapıyı sevgili Abuzer Kızıl hocamızla gezdik.
O dönem bu tapınak nasıl inşa edilmiş, üzerindeki semboller ve kurulumu ne ifade ediyor hepsini detaylıca konuştuk. Kısacası iyi ki de durmuşuz dediğimiz, harika bir mola oldu bizler için de. Sizin de yolunuz arabayla Bodrum'a düşerse, haritanıza bir EUROMOS durağı mutlaka ekleyin! Bir kurumda çalışıyor ve tarih/kültür projelerine ayıracak bir bütçeniz varsa, burada yapılan kazı çalışmalarına mutlaka destek olun.
EUROMOS'tan 1-2 saat sonra Bodrum'daydık. Önce minik ve samimi bir pidecide çok güzel bir yemek yedik.( Ve pideci eşimi uyardı; "1 söyledin, gel 1,5 yapalım. Pişman olursun." dedi. Sercan yine de 1 pide yedi ve pişman oldu. Öyle ki biz bir daha o pideciyi açık bulamadık)
Ardından da yine uzun zamandır merak ettiğim, ülkemizin kıymetli kişisel bakım ve bitkisel ilaç markalarından Otacı'nın mimarlarından Meltem Kurtsan'ın hayal ettiği ve hayata geçirdiği bir yer olan HerbaFarm'a vardık. Ulu keçiboynuzu ağaçları altında kurulu ve ekolojik mimari prensiplerine göre tasarlanmış HerbaFarm'da yaz boyunca çeşitli iyi yaşam eğitimler de veriliyor. Yeri de Yalıkavak'ta olduğu için buradan her yere ulaşım oldukça rahat. Bol sohbetle geçen bir gece ve iki sabahın ardından, arkadaşlarımızı da evlendirip yeni otobandan hızlıca evimize geri döndük.
Ve bu araba yolculuğu da - sanıyorum ki eşimle yaptığımız bir ilk olabilir - böylece sona erdi...
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.*
*Kerevet ne demek diye merak ettim ve baktım, TDK Kereveti; "Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, duvara bitişik, ayakları olan, tahtadan sedir" şeklinde açıklıyor. Ki çok enteresan, ben bu masal bitirme ifadesini senelerce hiç anlamamışım, bugün anlamını bilince de pek bir şey değişmedi.