Su Altı Canlılarının İletişim Dili: Mercan Kokusu
Avustralya'daki Great Barrier Reef'te her yıl Kasım ayında mercan larvalarının yıllık yumurtlama süreçlerine tanık olan ve bu muhteşem gösteriyi 'bir sualtı kar fırtınası' olarak tanımlayan Deniz Biyoloğu Caitlin Lawson, aynı zamanda mercanlar tarafından ortama salınan koku kimyasallarını toplayarak, bu numuneler üzerinden iklim değişikliği konusunda çıkarımlar yapmaya çalışan bir bilim insanı.
Lawson, gelişmiş analitik kimya teknikleri kullanarak, mercanların farklı koşullar altında ürettiği kokuların spektrumunu ölçmeye çalışıyor. Bu ölçümlerin, mercanların sağlığını değerlendirmede önemli bir parametre olacağını düşünüyor.
Bu yaklaşımı kurgulamada kullandığı mantık ise çok basit...
Birçok canlı tür-içi ve çevreleri ile iletişimde belirli uçucu maddeleri, kokuları kullanıyor. Bilim insanlarımız da uzun zamandır bu koku moleküllerinin karasal canlılar için ne anlama geldiğini inceliyor.
Biz tüm bu çalışmalar ışığında bir bitkinin koku salınımı yaparak çevresindeki bitkilere avcı bir böceğin yakınlarda olduğu sinyalini gönderdiğini veya aynı bitkinin başka bir koku sinyali ile varlığını tehdit eden böceğin avcısını kendine çektiğini biliyoruz.
Canlılar arasındaki bu koku temelli iletişimin, modern tıp açısından da - aynı kanserli dokuları tespit edebilen köpeklerin örneğinde olduğu gibi - önemli kullanım alanları olduğunu duymuşsunuzdur.
Deniz Biyoloğu Lawson, iki mercan türünün - Acropora intermedia ve Pocillopora damicornis - salgıladığı 87 koku kimyasalının, iklimimize neler olduğunu haritalandırma ve geleceğe dönük tahminde bulunma noktasında şimdiye kadar gözden kaçırdığımız büyük bir kaynak olduğunu tespit etmiş durumda.
Ben bu araştırmaları ve çalışmaları okudukça, bugün Marmara Denizi'nde yaşananları düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu çalışmalar seneler önce tamamlanmış olsaydı, acaba seneler önce Marmara Denizi bize neler anlatırdı?
Ki bence Marmara Denizi, laboratuvar numunesi seviyesinde sinyal vermeyi belki on yıllar önce aşmış bir deniz. Öyle ki denizin kahverengi dokusunu gözlerimizle görüp, kötü kokusunu yakınına gitmek zorunda kalmadan, günlük koşturmalarımızın içerisinde rahatlıkla duyabiliyorduk...
Bugün Marmara Denizi artık alarm falan vermiyor. Bize bir şey anlatmaya çalışmıyor.
Marmara Denizi kelimenin tam manasıyla ölüm döşeğinde.
Açıkcası ben yaşadığımız her şeyi ve fazlasını sonuna kadar hak ettiğimizi düşünüyorum. Üzüldüğüm balıklar, yosunlar, mercanlar, midyeler, diğer deniz canlıları... Onların hiç bir suçu yok.
Biz ise en az Marmara Denizi kadar ölüm döşeğinde, en ez Marmara Denizi kadar kokuşmuş varlıklarız.
Marmara denizindeki koy, körfez ve liman gibi muhtelif alanlar "deniz salyası" olarak bilinen müsilaj ile kaplanırken, hala İstanbul'un artık hasta ve hassas doğası üzerinde geri dönülemez zarara yol açacak "Kanal İstanbul" projesinin ne zaman temeli atılacak diye konuşuyoruz.
Bu arada Adalar, Tekirdağ, Çınarcık, İzmit, Bursa ve Erdek’te de görülen müsilaj bazı noktalarda deniz yüzeyini kaplamayı bırakın - kurutuyor.
Düşünsenize 25 milyon insanın kıyılarını popüle ettiği Marmara Denizi’ne ezelden beri evsel atıkların yanı sıra kanalizasyon, sanayi atıkları, sokak da yürüyen insan görünümlü ruhsuz, içi, dışı çürümüş varlıkların pislikleri karışıyor. ..
"Bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. Bundan sonra da böyle anomaliler göreceğiz. Marmara Denizi 1989 yılında öldü. Gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir." - Marmara Çevresel İzleme projesi yürütücüsü Levent Artüz
Şimdi ne olacak?
Deniz salyası denizimizdeki son oksijen moleküllerini de tüketiyor.
Suyu ısındırıyor.
Balıkların solungaçlarını tıkıyor.
Deniz canlılarının toplu ölümüne sebep oluyor.
Zamka benzeyen müsilaj, balıkçıların ağlarını bozuyor, kullanılamaz hale getiriyor.
Denizden para kazanan bir çok balıkçı teknesinin, gezi teknelerinin, vapurların, botların, motor filtrelerine girerek arızalara sebep oluyor.
Son olarak denize girmeyi insanlar için sağlıksız dolayısı ile imkansız hâle getiriyor.
Gözle görüleni söyleyenler ile kıymetli yöneticilerimize ibadet eden beşerleri yeni bir polarizasyona götürüyor. Ki ben bu durumu kriz olarak görmeyen ve politika malzemesi yapan tüm beşerlerimizi, Marmara Denizi çevresindeki plajlara davet etmek isterim.
Lütfen bu sulara girip, mümkünse bir kaç tur "ördek suya daldı, zil çaldı" oynasınlar.
Şiirsel bir adalet olur hayatın verdiği cevap veya ilahi adalet mi dersiniz...
Ne yapabiliriz?
Arıtma tesislerinin denetimlerini arttırmalıyız çünkü görünen o ki büyük bir sıkıntı var.
Denizlerimize - sadece Marmara Denizi'ne değil yani(!) - bıraktığımız lağım ve sanayi atığı suları biyolojik arıtımdan geçirebiliriz. Geçirmeliyiz.
Meydan yapacağız, bina dikeceğiz diye deniz doldurma işlerini artık yapılmasak, ne güzel olur.
Yatlara, yayalara - denizin üzerinde ve yanında duran herkese - "bir kibrit atmayı" bile caydıracak, denizi kirletme cezaları uygulamalıyız. Çünkü maalesef akılla, mantıkla ve güzelliklerle değil, sopa ile insanmış gibi yapan bir toplumuz artık.
Konuya bir ömür vermiş, hayatlarını adamış bilim insanlarımız mucizevi bir formülle gelmediği sürece zaten başka da bir şey yapamayız...
Önümüzdeki yıllarda Marmara Denizi’nden balık veya midye çıkmayabilir.
Belli alanlarında yüzmeyi bırakın, kayıkla kürek çekmek bile mümkün olmayabilir.
Fakat tüm bunlara rağmen ben hala dünya için umutsuz değilim çünkü orta/uzun vadede hepimiz öleceğiz ve doğa kazanacak.
Bu yüzden içim rahat.
Referanslar
Nightingale, S. (n.d.) "Wake up and smell the coral – and climate change?" Perfume Society
Comments